İki belgesel:
“The Playlist”, Spotify’ın kuruluş, bugüne geliş ve hatta belki de gelecekteki kapanma hikâyesi.
“Pepsi, Where’s My Jet?” ise 90’larda bir gencin Pepsi reklamındaki bir açığı bularak hakkı olan Jet’in peşine düşme hikâyesi.
En baştan yazayım; eğer bu iki yapımı hâlâ izlemediyseniz ve izlemeyi düşünüyorsanız, ağır spoiler içeren yazımı okumayı sonraya bırakabilirsiniz.
Eş zamanlı izlediğim bu iki belgeselin ana teması “Güven”e çıkan şaşırtıcı ortak noktaları var:
Her iki belgeselde de kafası farklı çalıştığı belli olan birer genç var. Ve onlara inanan, her koşulda destek olan orta yaş grubuna mensup, gelir düzeyi sorunsuz yoldaşları. “The Playlist”te Daniel Ek’in birlikte yola çıktığı herkesi nasıl tek tek eleyerek yola devam ettiğine tanıklık ederken; “Pepsi, Where’s My Jet?”te ise inanılmaz bir kazancı elinin tersiyle iterek birlikte yola çıktığına arkasını dönmeyen bir başka gencin; John Leonard’ın duruşuna tanıklık ediyoruz.
Başlangıçta alınan yol hızlıdır. Çünkü zaten sıfır noktasındasınızdır ve her aşılan zorluk hızlı bir ilerlemedir. Sonra bir dönem olur ki aslında sistemlerin ya da duruşların oturma evresidir bu: Sanki yol almıyormuşsunuz, ilerlemiyormuşsunuz gibi gelebilir taraflara. İşte bu nokta “güven” sınavının en sert verildiği yer olabilir (ki bir diğeri de zirve). Yola çıkılırken oluşması gereken güven, yola çıktıktan bir süre sonra sorgulanır mı, sorgulanmalı mı, kişiye göre değişir tabii. Bunu da iki belgeselde çok net görmek mümkün.
Birçok yol çıkıyor hepimizin önüne ve biz şartlara, karşımızdakine göre değil aslında; kendi kişilik özelliklerimize ve önceliklerimize göre karar veriyoruz. Bu seçtiğimiz yol karşılığında hayatımız daha büyüyebiliyor ya da daha küçülebiliyor. Büyüdüğünde neyi tercih etmiş oluyoruz, küçüldüğünde nereye varıyor hayatımız. Hepsinin seçimi biziz aslında. Bazen yoldaşla büyürken bazen yoldaşla küçülmek de yaşama dahil. Önemli olan ne umarken, nereye varıldığı ve bu yolda nasıl bir duruş sergilediğimiz… Hatta belki bu mutluluğun da kaynağı…
İnsanların hayatımızda aldıkları roller, görevler dahilinde ilişki yapısı değişebilir. İlişki tamamen sonlanabilir de… Önemli olan ne olduğu değil, nasıl olduğu sanırım. Çünkü her hayatından çıktığımızı veya hayatımızdan çıkanı yarı yolda bırakmış olmuyoruz. Yaşamımızdaki bu tarz sosyal değişimlerin ana nedeni olan seçimlerimiz; bir tarafı kötü ya da iyi gibi gösterme ihtimalini de taşıyor ve bu iyilik ya da kötülük; yine ihtiyaçlar ve ortamın yanılsamasıyla son olarak anılarımızı şekillendiriyor.
Belgesellere dönecek olursam; yoldaşlıklarının ebedi olduğunu anladığımız “Pepsi, Where’s My Jet?”te tek bir kavram hissettim izlerken: Sevgi.
Gencin ve ona destek olan kişinin birbirine olan sevgisinin dünyadaki her tür çıkar ve ortamdan üstün olduğu gerçeğinin huzuru da son karelerde bize yansıdı.
Sevdim. Çünkü gençliği 90’larda geçen kuşaktanım ve şu an ki kuşağın tersine “güven” ve “beklentisiz birinin yanında yer alabilme”; bizim kuşağın belki tamamında olmasa bile, rock’ı ruhuna işlemiş gençlerde olmazsa olmaz bir duyguydu.
Ve fark ettim ki herkesi satarak yola devam eden bir Daniel Ek imparatorluğunun huzursuzluğu, John Leonard’ın ortalama imkânlarının huzuru arasında muhteşem bir “yaşamak hissi” tezatlığı var.
The Playlist’in genci Daniel Ek’e mucizevi bir şekilde destek olan yatırımcı; Martin Lorentzon. Ek, bu kişinin karakterini en baştan bilerek ve hatta bunu kendi avantajına çevirerek yıllarca kayıtsızca kullanıyor. Süreç içinde ise Ek’in, (yıllarca işine yaramış) Lorentzon’un hiperaktif kişiliğini hastalıklı bularak; kendisine ve büyümesine engel görmesini(!) ve ona hiçbir şeyi yokken sahip çıkanı, yükselişte yarı yolda bırakmasını izliyoruz.
Pepsi Jet davasının genci John Leonard’ın sevgisinin, kanser hastası olan ve imkânlarıyla John’un hep arkasında duran Todd Hoffman’ın hayatına başka açılardan anlam katmasına, belki de iyileşme gücü olmasına tanıklık ediyoruz. O arada başka biri ikisi arasına girmeye çalışmıyor mu; çalışıyor. Avukat Michael Avenatti, Pepsi olayını -Todd’a göre- çirkinleştirerek büyütüp çıkar elde etmek istiyor. Bu konuda yeni avukat, genç John’un da aklını çelmeye çok çalışıyor ve bu durumla karşı karşıya kalan Todd da açık açık “O avukat varsa ben yokum. Çünkü onun yolu çirkin bir yol” diyor. John’un ikisi arasında kaldığı durumda vefayı ve ebedi dostluğu seçmesi Jet’i ya da maddi başka kazançları kaybetmesi anlamına da gelse, o dönem seçimi ve verdiği kararıyla bugününde çok memnun görünüyor.
Sevgi iyileştirir. Ama sevenden çok sevilenin sevildiğini hissetmesi ile…
John ve Todd’un hikayesinin sonuna eriştik, o bildik mutlu sonlardan.
Daniel Ek’in ise Martin Lorentzon ile ilişkisinin sonu kırık dökük; kendi sonu için ise 2025 küresel dünya tarafından biçilmiş kefen tarihi gibi duruyor. Mutlu mu derseniz yanıtı elbette kendisinde.