Ülkenimizin en köklü galerilerinden olan Mine Sanat Deneysel, İpek Yeğinsü küratorlüğünde, farklı kuşaklardan, farklı coğrafyalardan sanatçıların üretimlerinin eşleşmesinden oluşan çağdaş, deneysel bir yaklaşımla Co-Generation sergisine ev sahipliği yapıyor.
Tek kaynaktan iki ayrı yaratım modeline dayanan sergi, Türkiye’nin usta sanatçıları dünyanın farklı yerlerinden dijital sanatçılarla eşleştiriyor. Usta sanatçının küratörle birlikte seçtiği resim ya da heykel türündeki yapıtı, ona yeni bir iş ile yanıt vermesi için dijital sanatçıya sunuluyor. Halil Akdeniz, Matthew Biederman, İsmet Doğan, Pierre Ajavon, Koray Ariş, Thomas Valianatos, Tomur Atagök ve Timo Kahlen’in eserlerinin yer aldığı sergi 12 Kasım’a kadar Caddebostan Mine Sanat Galerisi Deneysel’de görülebilir.
Serginin küratörü İpek Yeğinsü ile “Co-Generation”ı konuştuk.
– Sanat dünyamızın köklü galerilerinden Mine Sanat Galerisi Deneysel’in ev sahipliğini yaptığı Co-Generation sergisinin küratörlüğünü üstleniyorsunuz. Bize biraz bu sergi fikrinin nasıl ortaya çıktığından bahseder misiniz?
İpek Yeğinsü: Farklı kuşaklar ve coğrafyalardan, farklı üretim pratiklerine sahip sanatçıların birbirlerini nasıl algıladıklarını merak eden ve fırsat buldukça araştıran biriyim. Mine Sanat Galerisi Deneysel benden bir sergi projesi geliştirmemi istediğinde, galerinin bugüne değin iş birliği yaptığı Türkiye kökenli usta sanatçı kuşağı ile benim ağırlıklı olarak çalıştığım, görece genç ve dijital medyayı kullanan sanatçı profili arasındaki görünmez bağların izini sürebileceğim bir deney kurgulama olanağı buldum. Dört usta sanatçıların birer yapıtını, onlara yanıt üretmeleri için her biri farklı bir ülkede yaşayan dört dijital sanatçıya verdim. Sergi fikri bu şekilde doğdu.
– Serginin başlığı Co- Generation. Türkçeye Kojenerasyon olarak geçen bu kavramın sergi açısından ne anlama geldiğini öğrenebilir miyiz?
İ.Y.: Kojenerasyon aslında AB ülkelerinde yaygın olarak kullanılan bir enerji üretim teknolojisi. Tek bir enerji kaynağından aynı anda hem ısı, hem elektrik enerjisi üretmek bunun bir örneği. Sergide de usta sanatçının kök enerjisinden yola çıkarak biri kendi yapıtına, diğeri dijital sanatçıya yönelen iki farklı enerji kanalı açılıyor. Aynı zamanda Co-generation’ın etimolojik referansları oldukça zengin. Hem birlikte üretmek anlamını taşıyor, hem de iki kuşağın işbirliğine işaret ediyor.
– Biraz sanatçılar ve yapıtlarından söz edelim mi?
İ.Y.: Elbette. Tomur Atagök’ün “Portakal Güzeli II” adlı resmini, sanatçıyla ilgili bilgiler, yayınlanan yazılar vb önemli verilerle birlikte Berlinli sanatçı Timo Kahlen’e sundum. Kahlen, resmin alt köşesinde beliren el imgesini kendi pratiğinde de sıklıkla kullandığı için özellikle önemsedi. Sanatçının eli olarak algıladığı bu eli temsil eden bir fotoğraf ve ona eşlik eden bir ses yerleştirmesi üretti. Burada yaşamın ve insanın geçiciliğine, adeta dünyaya bir el gibi değip geçişine göndermede bulundu. Halil Akdeniz’in “Kültür İmleri” serisini ise Amerikalı sanatçı Matthew Biederman ele aldı. Biederman, Akdeniz’in bu serisindeki modüler yapıyı inceleyerek bir algoritmaya dönüştürdü ve sanatçının kadim Anadolu uygarlıklarından alıntıladığı simgelerin yerine günümüzün en evrensel ve baskın kültür imleri olan emojileri koydu. Böylece ortaya kendini sonsuza değin yeniden üreten jeneratif bir sanat yapıtı çıktı. Koray Ariş ise seçkide Denge Serisi’nden bir işiyle yer aldı. Dokunma ve hareket arasındaki etki-tepki denklemini dijital ortama taşıyan Atinalı sanatçı Thomas Valianatos, kendisine yanıt olarak ilk bakışta Ariş’inkine hiç benzemeyen, ancak yine sanatçının tasarladığı ses frekanslarıyla uyumlu olarak sürekli biçim değiştiren sanal bir kütle üretti. Son olarak İsmet Doğan’ın “Antroposen, Kök-en” adlı işi, bizi aynadaki yansımamızla gerçek bir ağaç parçası eşliğinde yüzleştiriyor ve doğayla olan sorunlu ilişkimizi sorgulamamızı sağlıyor. Bu işe yanıt vermesini istediğim Parisli sanatçı ve müzisyen Pierre Ajavon da, Doğan’ın işindeki küresel formu kullanarak gezegene dair gelecek kaygısını iliklerimize kadar hissettiren bir video üretti.
– Sanatçıların küratöryel süreçte yaklaşımlarını, tepkilerini merak ediyorum.
İ.Y.: Usta sanatçıların bazıları ilk başta biraz tereddüt etti doğrusu. Dijital sanatçılar ise konuyu son derece ilginç buldular ve hemen çalışmaya başladılar. Kendilerine tanıttığım sanatçılara büyük bir merakla yaklaştılar ve araştırmalarını derinleştirdiler. Günün sonunda çıkan sonuçtan ise sanıyorum ki hepimiz aynı derecede mutlu ve heyecanlıyız.
– Ursula K. Le Guin, sanatın değiştirici gücüne inanır. Sanat dönüştürüyor, dönüşüyor aynı zamanda. Dünyanın önde gelen dijital sanatçılarından bazılarının işlerini görme olanağı buluyoruz bu sergide. Dijital sanatın ülkemizdeki örnekleri açısından hangi noktada olduğunu söyleyebiliriz?
İ.Y.: Dijital teknoloji özellikle internetin doğuşundan itibaren dünyanın hemen her yerinde eşzamanlı olarak geliştiğinden ve uzaktan iş birliğine olanak verdiğinden, Türkiye’nin sanat üretimi bakımından gayet ileri bir düzeyde olduğunu söyleyebilirim. Bu bağlamda bizi en çok zorlayan nokta ise birçok bileşeni ithal olan teknolojik araçların son derece pahalı olması. Bu alanda çalışan sanatçılar üretimlerini sürdürebilmek için aynı anda tasarım vb alanlarda ticari işler de yapmak durumunda kalıyorlar. Bu da onların yaratıcılığından zaman ve enerji çalan bir sürece dönüşebiliyor çoğu zaman.
– Biraz da izleyici açısından yaklaşmak isterim. Zaman içinde galerilerin birer ekole dönüştüğünü düşünürsek izleyici, yapıt etkileşimini siz nasıl gözlemliyorsunuz?
İ.Y.: Galeri, müze ve kültür kurumlarının belli birer çizgisi olması gayet doğal. İzleyicinin oraya gittiğinde görmeyi beklediği ya da hiç beklemediği bazı tarihsel, coğrafi ya da teknik çerçeveler oluyor elbette. Ancak beni en çok heyecanlandıranlar, bunlar arasındaki gri alanlar. İzleyiciyi biraz şaşırtan, beklediğinden farklı yerlere götüren, kuruma dair ön kabullerini sarsan disiplinler, kuşaklar ve malzemeler ötesi işler yapmaktan büyük keyif alıyorum.
Elif Hopyar