Istrancalı Abdülharis Paşa – 400 Yıl Öncesinden Gelen Korku | Mehmet Berk Yaltırık Söyleşisi

"Hikayeyi dört beş sayfa yazıyorsun ve dört beş sayfada anlatmak istediğin konuyu aktarmak zorundasın."

0

Yerli fantastik/korku türünün en iyi yazarlarından Mehmet Berk Yaltırık’ın İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Istrancalı Abdülharis Paşa kitabı geçtiğimiz aylarda kitapçı raflarındaki yerini aldı. Kendisini ilk olarak Yedikuleli Mansur romanıyla tanıdık fakat asıl olarak Gölge Dergi, Kayıp Rıhtım ve Hayalet Dergi internet sitelerine yazdığı dönem hikayeleriyle birlikte anlatımına, diline zaten aşinaydık. Kendisiyle bahsi geçen bu dergilerde birlikte yazmanın mutluluğunu yaşadığımı belirtmek isterim.

Istrancalı Abdülharis Paşa’da dört yüz yıllık bir dönem geniş bir coğrafya içinde anlatılıyor. Anlatımıyla, diliyle, atmosferiyle, kurgusuyla böylesine kapsamlı bir romanın yerli fantastik/korku türünde yazılması gerçekten heyecan verici ve kolay değil hiç şüphesiz. Böylesine kapsamlı bir hikayeyi ustalıkla anlatan Mehmet Berk Yaltırık ile çok güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.

Edebiyatımızda yerli fantastik/korku türü çok bilinmemesine rağmen bu türde büyük bir merak ve sevgi ile yazmaya devam eden Mehmet Berk Yaltırık kitapları inanıyoruz ki önümüzdeki dönemlerin önemli kilometre taşları arasına girecek.

400 yıl öncesine gidip hikayemize Konya Ovası’ndan başlayacak, 2003 yılının Edirne’sine bağlanacağız. Heyecan verici değil mi? ?

Buradan buyurun lütfen. 🙂

– Trakya Üniversitesi Tarih Bölümü mezunusunuz. Yüksek lisansınız da Tarih üzerine. Folklorik tarih hatta. Biraz tarih ile olan bağınızı konuşmak istiyorum. Kafanızda hep var mıydı tarihi dönemleri öykülere dökme fikri?

Mehmet Berk Yaltırık: İlgi alanım tarihti, evet. Meslek olarak da öncelikle tarihi düşündüm hep. Tabii ilk başlarda böyle romanlar yazmak yoktu kafamda. Korku temalı güncel öyküler yazıyordum ama tarihi temalı romanlar okunur mu okunmaz mı diye kafamda ikircikler vardı. Gölge Dergi’de, Kayıp Rıhtım’da deneme mahiyetinde tarihi temalı öyküler yazmaya başladıktan sonra sevildiğini gördüm ve yazmaya devam ettim. Cesaretlendim açıkçası çünkü bu tip romanlarda yazdığınız tarihi dönemin ağzını, konuşma biçimini kullanmak durumundasınız. Böyle bir romanın okunup, okunmayacağı fikri soru işaretiyle birlikte geliyor hep bu yüzden. Bir de tabii İhsan Oktay Anar’ın sevildiğini görmek, Reşat Ekrem Koçu’nun yerli fantastik dünyada oluşturduğu alt yapı da vardı. Yani bir potansiyel var. Bunu zaman içinde fark ettim.

– Yerel dönem fantastik, folklorik ve tarih harmanı sizin kitaplarınız. Üstelik eser kurgu dahi olsa bir zamanlar yaşamış karakterler söz konusu ve olaylarda anlattığınız dönemlerde gerçekleşmiş. Anlatılagelen şeyler bunlar yani. Ailenizde geçmiş dönemden hikaye anlatıcıları var mıydı? Yani büyükanne, büyükbaba… İlk aileden duymaya başladığımızda etkilenmeye başlarız bu tip hikayelerden çünkü.

Mehmet Berk Yaltırık: Tabii aile hikayelerinin etkisi var. Babaannem 1913 doğumluydu. Adana’da Ceyhan’da yaşanan Fransız işgalini hatırlıyordu ve anlatıyordu. Ailesinin bir kısmı da Kırım kökenliydi. Bir gün yaramazlık yaptığımda bağırdı bana, “Barkuuuttt ayağını sarkıt!” diye. Ben de dedim “Barkut acaba nedir? Çukurova’da ya eşkıya çıkar ya ırgat çıkar.” J Yıllar sonra öğrendim ki Barkut büyük bir kartalın adıymış. Ananemde 1946 doğumlu. O da Konya’nın eski hikayelerine hakim. Ananemin anlatma potansiyeli çok çok daha yüksekti. Eski eşkıya hikayelerini anlatırdı dedem de. Çok dinledim bu tür hikayeleri.

– Yedikuleli Mansur’u konuşmadan Istırancalı Abdülharis’e geçmeyeceğim. Yedikuleli Mansur da Kanuni döneminde Konya ovasında Şehzade Selim’in Şehzade Beyazıt’a yenilmesi olayından başlıyorsunuz. Istırancalı Abcülharis Paşa’da da hikaye Konya Ovası’nda başlıyor. Yedikuleli Mansur, Istrancalı Abdülharis hikayesine bir nevi el veriyor diyebilir miyiz?

Mehmet Berk Yaltırık: Yedikuleli Mansur’da bir giriş yapma ve hatırlatma olsun diye Kanuni döneminden Şehzade Selim ve Şehzade Beyazıt olayını yazdım. Ortak nokta şu olabilir. İki kitabın üslupları aynı. Yedikuleli Mansur biraz daha fantastik yönü ağır basan ve renkli bir metin. Istrancalı Abdülharis Paşa biraz daha karanlık kalıyor ona göre. Abdülharis Paşa’da korku ögesi ağır basıyor

– Tarih arka planını çok iyi kullanıyorsunuz. 400 yıllık bir dönemi anlatıyorsunuz. Geniş bir coğrafyadan bahsediyorsunuz. Abdülharis Paşa bir anti kahraman gibi.

Mehmet Berk Yaltırık: Anti kahraman değil aslında. Direkt kötü adam.

– Ben sevdim ama Abdülharis Paşa’yı ve kötü bir karakter olmasına rağmen benim gibi kendisini seven okurlar mutlaka çıkacaktır.

Mehmet Berk Yaltırık: Zaten bu roman yazılmadan önce tek bir hikayede kullanmıştım Abdülharis Paşa’yı, Şerruh Paşa’nın Sırrı diye. Gölge Dergi’de yayımlanmıştı. Öylesine, hızlıca yazdığım bir öyküden hatta ta lise zamanlarından beri aldığım notlarda vardır bunun içinde ve Abdülharis Paşa ortaya çıktı. Böyle böyle sevilen bir hikaye ve karakter oldu. Kötü bir karakter ama yaşantısı, olaylara bakış açısı ve sürekli her göreve adapte oluşuyla sanırım insanlara bu karakteri cazip gösteriyor. Ama kendi çıkarı için, kendi varlığını sürdürmek için herkesi harcayabilen ve her döneme de uyum sağlayan bir figür.

– Çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bir hikayeyi anlatıyorsunuz. Nasıl anlatırım, nasıl bunun altından kalkarım diye bir düşünceye kapıldınız mı? Anadolu’nun anlatıcılığı çok kuvvetlidir zaten.

Mehmet Berk Yaltırık: İlk yazdığım zamanlarda çok oluyordu bu. Nasıl anlatırım, anlatabilir miyim duygusu vardı hep. Hikayeyi dört beş sayfa yazıyorsun ve dört beş sayfada anlatmak istediğin konuyu aktarmak zorundasın. Roman yazarken de ilk roman Yedikuleli Mansur’da böyle bir sıkıntım oldu. İstanbul’da kendi içinde bir dünya, farklı semtleri, yaşayışlarıyla. Fakat Istrancalı Abdülharis Paşa’da şu bilinçle yaklaştım: Ben zaten yazılacak olayları, coğrafyayı biliyorum. Sadece biraz daha detaylı okumalar yaptım. Ve yazarken de bir bilgi aktarma gibi değil de hikaye anlattım direkt. Birine oturup hikaye anlatsam nasıl anlatırım diye düşünerek yazdım Abdülharis Paşa’yı. Dönemlerden bahsederken bilgi aktarımı yapıyorum yine ama dikkat edilirse hikayenin bir parçası şeklinde veriliyor o bilgiler. Dolayısıyla eskiden bir çekincem vardı nasıl anlatırım diye şimdi o kalmadı artık. Hikaye anlatmaya odaklanıyorum artık.

– Romanlarda dil kullanımınızı konuşmak isterim. Yöresel ağız kullanımına hakimsiniz. Tarih eğitiminize mi bağlıyorsunuz bunu ya da bu tarz kitapları mı okudunuz bu dili yakalamak adına?

Mehmet Berk Yaltırık: Tarih derslerinden ziyade okumakla alakalı biraz. Dedemin kitaplığında çok kitap vardı. Okuma hastasıydı kendisi. Hz.Ali’nin Cenkleri, Zaloğlu Rüstem, Zagor, Şahmaran hikayeleri, 1970’lerde basılan eski meddah hikayeleri, Reşat Ekrem Koçu kitapları… Bu kitapları okurken oradaki dili kaptım. Kelimelere aşinalığım çocukluğumdan itibaren başladı yani. Tarih bölümünü okurken de Osmanlı Türkçesi okurduk. Ağız ve şive kullanımı ise benim tiyatro merakımla bağlantılı. Yıllarca televizyonda eski Türk filmlerini izlerken bazı tarihi filmlerde İstanbul’un eski ağızlarının çoğuna kulak kesilirdim. Ermeni ağzı, Yahudi ağzı, Arnavut muhacirlerin konuşmalarını taklit ederdim. Hatta ilk önce diyalogları seslendiriyorum kendi kendime sonra yazıya geçiriyorum. Okuyucular buna istinaden hikayeyi okurken kendilerini çok içinde hissettiklerini söylüyorlar zaten.

– Çok eski bir dönemden günümüze geçişler söz konusu. Günümüze döndüğümüzde karşımıza Asil karakteri çıkıyor. Asil karakteri nasıl oluştu? İlk başladığında böyle bir karakteri düşünüyor muydun?

Mehmet Berk Yaltırık: Asil, Abdülharis Paşa’dan çok sonra çıkmış bir karakter. Istırancalı’yı yazmayı başladığımda, bir karakter Paşa’yı araştırsın günümüzden ve bulup ortaya çıkarsın diye düşündüm. Asil karakteri yoktu, araştırmacı olan bir tip vardı sadece. Romanı yazmaya başladığımda tekrar düşünmeye başladım. İlk taslakta bu araştırmacı karakter nasıl biri olabilir diye geliştirmeye başladım. Günümüzün tarihi bağlantısında bu karakterin yeri ne olmalıdır derken adım adım ortaya çıktı. Hikaye ile birlikte şekillendi Asil karakteri.

– Asil takıntılı bir akademisyen. Bir kelimeye takılıyor ve onun peşinde koca bir döneme yolculuğu başlıyor. Asil bu anlamda Abdülharis Paşa’dan daha fazla canlandı gözümde.

Mehmet Berk Yaltırık: Evet takıntılı bir karakter Asil. Belli şeylere karşı merakı da var Asil’in. Akademisyen olmasının ötesinde merakları da önemli.

– Düz bir akademisyen olması özelliğini kullanmıyorsun sadece. Bir ilişkisi de var Asil’in.

Mehmet Berk Yaltırık: Çünkü tek başına Asil’i koysam ben de sıkılacaktım ki okuyucu hayli hayli sıkılır. Bir çatışma olması gerekiyordu hikayenin güzelleşmesi için.

– Dışardan fantastik dünya şöyle gözüküyor. Kendi içlerinde, onların kendi dünyaları var, takıldıkları kafeler var ya da sadece evlerinde takılırlar ve sosyal dünyaları kapalı bir yapıya sahiptir. Fakat siz oraya bir ilişki de koyarak sosyalleştiriyorsunuz yazdığınız hikayeyi.

Mehmet Berk Yaltırık: Asil’in bir arkadaşı var Ercan. O bu sizin anlattığınız gibi fantastik hayatla daha içli dışlı. Asil onun kadar değil. Popüler kültüre daha yakın ve aşina. Belli fantastik romanları bilmiyor, ilgi duymuyor. Sonradan araştırmaya başlıyor. Asil 2003’te yaşayan, evine bilgisayarı daha yeni almayı düşünen, bürodaki bilgisayarı kullanarak hayatını sürdürebilen 80’lerden 90’lardan kalmış bir adam. Asil Edirneli. Taşralı.

– Edirne hikayenin akışında önemli bir karakter. İstanbul’a takılı kalmıyorsunuz bu anlamda. Edirne’yi konuşalım biraz.

Mehmet Berk Yaltırık: Aslında evet Edirne de karakterlerden biri. 2003’te çok başka bir çehresi vardı. İnsanların eğlence ve sosyalleşme anlayışları farklıydı. Büyüyen, gelişen bir şehir artık. 2003’ü seçme sebebim ise Istırancalar bölgesi daha el değmemiş bir yerdi. Ama şimdi çehresi değişti. Boru hatları geçiyor artık. Maden Ocakları var. Fabrikalaşmalar var. Nüfus artmaya başladı. Dolayısıyla geçmişteki Edirne’nin hikayesi romanda yer buldu.

– Şarkılarla olan bağınızı sormak istiyorum. Dönemlere göre müzikleri kullanmayı seviyorsunuz.

Mehmet Berk Yaltırık: Okurda tarihi etkiyi uyandırmak için kullandım müziği. Çünkü sadece o dönemin mekan tasvirleri, giysi tasvirleri, kullanılan jargon yeterli olmuyor. O dönemleri, 400 yıl öncesini veya 90’lı yılları okuyucunun kafasında uyandırmak için şarkılar çok daha kuvvetli. 90’ları kafasında uyandırmak için pop şarkıları kullandım. Ya da Serhat Türküsünün bahsi geçtiğinde o dönemi hissedebilecek. Kurgu türkülere ve halk hikayelerine de yer verdim romanda. Arka planlarla alakalıydı bu. Abdülharis karakterinin arka planını sağlamlaştırmak için yaptım bunu. Ne kadar köklü bir dehşetle karşı karşıya kalındığını ve bölge halkının kaderini nasıl etkilediğini, bir mitolojinin bir halk söylencesinin nasıl dönüşümlerden geçtiğini göstermek için kullandım.

– Türkiye’deki fantastik dünyayı nasıl buluyorsunuz? Dışarıdan çok kendi içlerinde, çok kendi sosyal yapılarında, meraklıları birbirlerini buluyorlar gibi. Yani yerli bir fantastik dendiğinde şöyle bir durup düşünülürken yabancı fantastik dendiğinde hemen Game Of Thrones ve Yüzüklerin Efendisi tak diye akla düşebiliyor. Yerli fantastik çok kendi içinde takıldığı için sıçrama yapamadı henüz sanki. Ne dersiniz?

Mehmet Berk Yaltırık: Tüketeni ve üreteni aynı yerde çünkü. Hareketlilik var bu anlamda ama kalabalıklara ulaşılamıyor henüz. Bir gün ya bir filmle, diziyle bu sıçramayı yerli fantastikte yapacağız. Mesela Behzat Ç örneği var. Polisiye edebiyatta Behzat Ç ile bir sıçrama yaşandı. Yerli fantastiği ilerde daha fazla kişinin takip edeceğini düşünüyorum. Belli bir popülerliğe ulaştığımızda elbette ki asıl reaksiyonları göreceğiz. Ve şu da olacak. Sadece yeni çıkanı veya güncel olanı takip etmekle kalmayacağız. 2000 yıllarda şöyle bir kitap vardı deyip o kitap belki yine popüler olacak. Eski kitapların yeniden basılması gündeme gelecek belki de. Yerli fantastik edebiyatın Türkiye’de popülerleşmesi internet sitelerini dahil ettiğimizde 20 yıllık bir geçmişi var. Daha öncesinde fantastik edebiyat yok muydu? Vardı tabii ama ticari denemeler var. Drakula İstanbul’da yazan Ali Rıza Seyfi ya da Dehşet Gecesi’ni yazan Kerime Nadir var. Adaptasyonlar yapıyorlar. Uyarlamalar yapıyorlar. Belli bir akım çerçevesinde sürekli bu tür eserler yazmayı denemiyorlar. Kendileri üretmiyorlar. Ticari amaçlı adaptasyonlar olarak görüyorlar fantastik edebiyatı. Bu bakış açısı kırıldı artık. Yayınevleri yerli fantastik edebiyatı kabul etmezdi. Ama artık yayınevleri bu konuda bayağı istekli.

– Tam da yeri gelmişken İthaki Yayınevi’nden bahsetmek istiyorum. İthaki fantastik edebiyatı çok sevenler tarafından çok yakından takip edilen bir yayınevi. Ve Pangea kitaplığı diye yerli yazarların kitaplarına yer vereceği yeni bir dizi başlattı. Burak Albayrak editörlüğünde çıkıyor kitaplar. İlk kitap da Istrancalı Abdülharis Paşa. Ne ifade ediyor İthaki Yayınları sizin için?

Mehmet Berk Yaltırık: İthaki’yi 2000’lerin başında Ejderha Mızrağı gibi kitapları yayımlamaya başladığı dönemlerden beri takip eden bir okurum. Eski okurlarından biriyim. Fantastik edebiyata olan ilgimi besleyen başlıca yayınevidir İthaki. Bir gün roman yazarsam dosyamı ilk İthaki’ye göndereceğim diye düşünmüştüm. Çünkü fantastik edebiyatla müsemma bir yayınevi. İthaki yerli edebiyatla yeniden hız kazandı. Çok iyi isimlerle ve kitaplarla tanışacağız önümüzdeki aylarda.

Önceki İçerikElon Musk’ın açıklamaları parmak ısırttı: İnsan beyni ve bilgisayarın birleşmesi için artık her şey hazır!
Sonraki İçerikBodrum Müzik Festivali, 22-25 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek
Abone Olun
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments