Tarihin güçlü kadın figürlerinden Rosa Luxemburg’un hayatı tiyatro sahnesine taşındı. Ödüllü ışık ve dekor tasarımcısı Yüksel Aymaz’ın yazıp yönettiği “Rosa Luxemburg” oyunu izleyicilerle buluştu. Margarethe von Trotta’nın aynı adlı filminin tiyatroya uyarlandığı oyunun kadrosunda Haris Simyonidis, Deniz Eylem Çubuk, Eray Karadeniz ve Aycan Bilginer (kontrbas) yer alıyor.
Oğuzhan Güner’in yapımcılığını üstlendiği oyun Rosa Luxemburg’un arkadaşı Leo Jogiches’den uzun süre haber alamayınca Varşova’daki evine gittiği Polonya günleri ile başlayıp Luxemburg’un kendisinden yaşça büyük olan arkadaşı Clara Zetkin ile dostluğu, politik mücadelesi, savaş karşıtlığı, aşkları ve filozofun hapishane günlerine odaklanıyor.
Tarihi bir döneme ışık tutan oyunda Rosa Luxemburg’u canlandıran Haris Simyonidis ve Clara Zetkin’e hayat veren Deniz Eylem Çubuk ile oyunun ortaya çıkarılış hikâyesini, projeyi şekillendirirken yaşadıklarını ve oyunculuk deneyimlerini konuştuk.
– Rosa Luxemburg’un hayatını tiyatro sahnesine taşıma fikri ilk nasıl doğdu?
Deniz Eylem Çubuk: Hocamız Yüksel Aymaz’ın fikriydi. Rosa Luxemburg çok güçlü bir kadın figürü. Devrimci bir filozof. Düşünceleri hâlâ evrensel bir karşılık görüyor. Metinde de vurguladığımız gibi; “Vardım, varım, var olacağım” fikrini biz de nesilden nesle aktarmak istiyoruz.
– Daha önce Rosa Luxemburg ile ilgili biyografik bir oyun yapılmış mı?
Haris Simyonidis: Bir kere 1992 yılında Nazan Kesal tarafından bir deneme olmuş. Sanırım kısa sürmüş ve onun da ışık çalışması Yüksel Aymaz tarafından yapılmış. Yüksel Hoca 30 yıl önce de bu projedeymiş ve bu oyunu yeniden yapacağım diye vazgeçmemiş.
– Rosa Luxemburg’u canlandırmak için nasıl bir ön hazırlık süreci geçirdiniz?
H.S: Ben tarihin kadın figürlerini canlandırma fırsatını çok değerli buluyorum. Gerçekten de beklediğim ve hedeflediğim bir şeydi. Bir kadın hikâyesi anlatmak, mücadelesini aktarmak bir oyuncu olarak benim için kıymetli bir deneyim. Tanımadığım bir tiyatronun bir oyuncu arayışı başvurusu karşıma çıkınca seçmelerine girdim ve projeye başladık. Akabinde ekip arkadaşlarımızı tanıdım. Sürece başladıktan sonra yapımda anlaşmazlıklar oldu. Biz o yapımdan projeyi geri çektik, kendimiz bir şekilde yol almaya karar verdik. Benim için önemli olan süreçte hangi yapımdan, nereden çıktığı değil, Rosa Luxemburg’un hikâyesini Haris olarak, teatral estetik kaygılar gütmeksizin anlamak ve aktarabilmekti.
– Daha önce Rosa Luxemburg’u tanıyor muydunuz ve hayatıyla ilgili bir bilgiye sahip miydiniz peki?
H.S: Evet ama çok da derinlemesine değildi. Sonradan çok ciddi bir hayranlık oluştu ona karşı. Bu süreçte tanırken, araştırırken ve mektuplarını okuyup, belgesellerini izlerken inanılmaz bir deha olduğunu düşündüm. Bir o kadar da onu canlandırmanın verdiği bir gurur, sorumluluk ve yük oluştu.
– Tarihsel olarak nasıl bir çalışma izlediniz, bu bir uyarlama mı, özgün bir eser mi?
H.S: Oyunun dramaturjisini ve oyuncu koçluğunu üstlenen Demet Ergün hocamızla birlikte bütün süreçte metin incelemesi, karakter çalışmaları, her karakterin tarihsel çıkarmaları çok detaylıca çalışıldı. Olabildiğince ve elimizden geldiği kadar derinlemesine çalıştığımız bir süreç oldu.
HARİS SİMYONİDİS: “KENDİMİ ONDA BULDUM”
– Kendinizi ruhen nasıl hazırladınız rol için?
H.S: Demet Hoca’nın bu anlamda yardımı çok oldu. Karakteri canlandırma konusunda birçok araç ve yol oldu zaman içinde. Rosa Luxemburg filmini izledim, kitapları, mektupları okudum. Kendimle çok fazla bağ oluşturdum. Çünkü kendimi bağdaştırdığım çok fazla tarafı var. Kendimi onda buldukça da yol almak benim için daha keyifli oldu.
– Filmle oyun birbirine paralel olarak yakın mı?
H.S: Filmle paralellikler var ama birçok eklemeler de var. Hocanın belgesellerden, Rosa’nın kendi kitaplarından, yazılarından ve başka dökümanlardan bulduğu, çok fazla araştırıp eklediği birçok detay var. Fakat genel iskelet aynı diyebiliriz.
– Kronolojik olarak benzerlikler taşıyor ama film estetiği açısından sahnelerin teatral yansıması nasıl oldu?
H.S: Teknik olarak bize bazı problemler oluşturdu bu durum. Tiyatroda ‘lineer’ gittik fakat sinemadaki efektler ve kurgu daha kolay olabiliyor oradan bir parça alıp oraya bağlamak. Bunu sahneye taşıyınca çok fazla efekte boğmadan bunu yapabilmemiz biraz zor oldu. Ortaya çıkan oyun biraz epizodik oldu. Teknik olarak biraz zorladı diyebiliriz.
– Teknik anlamda ışık veya geçişlerle ilgili şu ana kadar size yansıyan bir eleştiri aldınız mı?
D.E.Ç: Hocamız aslında bir üçleme yapmak istiyordu. Gölge tasarımı konusunda hoca ustadır, biz bunu perde arkasında oynamak istiyorduk. Sonra yapım bunu tek bir oyun haline getirmek istedi. Rosa tek başına bir gölge tasarımı olacaktı aslında. Bu perde tasarımını prömiyerde deneyince çok fazla hoşumuza gitmedi.
H.S: Her sahnede perde tasarımıyla gölge oyunculuğunu yansıtmak çok zor olabiliyor. O yüzden en salt, en basit haliyle ele aldık açıkçası.
DENİZ EYLEM ÇUBUK: “SOSYAL DENEY OLARAK TAKSİM’DE DİLENCİLİK YAPTIK”
– Siz peki Clara Zetkin’e hazırlanırken nasıl bir hazırlanış süreci geçirdiniz?
D.E.Ç: İlk etapta çok korktum tabii. Ben 12 farklı karakter oynuyordum. Bir sahnede birbirinden farklı karakterler oynamak benim hayalimdi. Bu oyunda nasip oldu hem çok sevindim hem de korktum. Tabii Clara ile ilgili kitaplar okudum, belgeseller izledim, podcast’ler dinledim, videolardan araştırmalar yaptım. Sevdiğim bir sivil toplum gönüllüsü olan Nur Ger’i, Clara’ya çok benzetiyorum. Kadınlar ve genç kızlarla ilgili çalışmaları var. Biraz da ondan ilham aldım çalışırken.
Clara’ya hazırlanırken yardımcı yönetmenimiz Demet Ergün’le beraber bir sosyal deney yaptık. Taksim’den Eminönü’ne kadar bir kış günü dilencilik yaptık. Bu tamamen bendeki her şeyi değiştirdi. İçimdeki cevizin kabuğunu kırdım. Provada hoşuma gitmeyen bir tutukluk vardı. Evde eski, yırtık pırtık ne bulduysam giydim, cebime hiçbir şey koymadım, telefonda yoktu sadece akbil kartım vardı. Evden çıktığımda ben artık Deniz değildim.
– Polisler yakalasaydı “sosyal deney” yapıyoruz mu diyecektiniz?
D.E.Ç: Onun yanında DT kartı vardı. Fakat keşke öyle bir şey olsaydı onu da çok isterdim. Meydanda birçok deneyim yaşadık ve o bizi çok özgürleştirdi.
– Okurken oyuna yansımayan çok ilginç bir anekdot bulduk dediğiniz bir şey oldu mu ikisiyle de ilgili? Çünkü hayat mücadeleleri her ikisini de birbirlerine yakınlaştırıyor…
H.S: Clara onun hocası. Benim için bu noktada sıra dışı olan şey Rosa; Clara Zetkin’in oğluyla bir sevgililik ilişkisi yaşıyor. Clara Zetkin’in başta haberi olmadan ve kendisinden yaşça çok küçük olmasına rağmen böyle bir ilişkiye başlayıp bu riski almış olması çok ilginç. Clara’nın buna tamam deyip kabul etmesi ve arkadaşlıklarına zarar getirmemesi benim için çok sıra dışı bir durum.
– Oyunculuk olarak kariyerinizde ilerleyen dönemde neler yapmayı hayal ediyorsunuz?
H.S: Kadın hikâyelerini anlatmaya devam etmek, bunu başka tiyatro estetikleriyle (fiziksel, deneysel, dans tiyatrosu vs.) gibi yollarla aktarmayı deneyimlemek isterim. Bütün bunlar için bu proje güzel bir başlangıç oldu. Tiyatro ve sinemanın yanında müzik ve dansla da uğraşmayı, performatif deneyimler edinmeyi, farklı ekollerde Yunanistan ve Fransa’da çalışmayı isterim. Bu yöndeki çalışmalarım devam ediyor.
D.E.Ç: Ben çok maymun iştahlı bir insanım. Çok yönlü ve birbirinden çok farklı karakterler oynamak isterim. Çılgın ve zor rolleri deli cesaretiyle deneyimlemeyi isterim. Yakında bir sinema projesine de başlayacağım, tiyatroyla parelel yürütmeyi umuyorum.
Uğur Ugan