Ellerimde güneşin sarışın çicekleri, avuçlarımda yanmış mavi. Onun sıcağıyla doğdu içimdeki buzdan sevgi. Güneşin çocuklarının yuvasıydım, duygularımı uyandırdılar her sabah… Bakışlarındaki güce tutkun giz ile… Her sabah babalarına döndüler yüzlerini, yangına açtılar çiçeklerini… Sevginin küllerine dönüşmek istemişti hepsi; saf beyaz ve ince renklerinden sıyrılır gibi… Farkına varabilmek istediler, olan ve olduran arasındaki tıpkı’ laşan zıtlığı… Yapan ve yaptıran bir olur mu hiç? Oysa farkına varmakla, farkında olmanın arasında buğulu bir uçurum var.
“Seni dinliyorum gözlerinde boşluğu tattığım kadın. ” derdi. Ben ise gülüşümü son’ a sakladım. Aşk ve intikam birbirini tamamlar. İhanet ve nefretin aşka dönüştüğü yerden düğümler, sonra zincirleme his kazaları… Ve derin krizler… İşte bir aşk tamamlanır, ve kendine döner gözler. Oysa anlamak için henüz çok küçükler… Biraz da… Çiçekler…
Ulaşmak istediğim bir rol vardı. Sanki ulaşmak için alırdık rolleri gölgemize! Kıyametler Şato’ suna gittim hemen. Yeniden dirilebilmek için ölmek gerekirdi değil mi? Ama küçük bir sıyrık yetmez… Ol’ mak için yanmak gerekir bütünüyle ki Ol’ acak başka bir şey kalmasın geriye.
Ve güç sandığın, güçsüzlüğü de kutsayan sonsuzluktan başka nedir ki? Oysa adı bile anılmaz sonsuzluğun son ile birlikte! Ama… İnsanoğlu işte.
Tüm silahlar da düşer şimdi yere… Aç ruhlar kendinden önce gölgesini bırakır üstümüze. Neyse ki biz karanlıktan öğrenir, gölgemizle yürürüz özümüze. Tüm silahlar, daha toprağa düşmeden barışır dalgalarla… Evet, bu mümkün! Yeter ki bilincin açık olsun dalgaların kozmik frekansına.
Ve ne zaman göğsünde bir düğüm ile uyansan hatırla…
Kendini gerçekleştirecek kehanetin önünde ne rüzgar durur, ne de bir yalan. Onu imkansızlığından, mümkün bırakamayacak tek bir şey yoktur… Hazırdır sunmaya alnından damarlarına karışan, hatta coşan gerçeği… En imkansız dediğin anda yaratır kendini. Ve sen donmuş bir ölünün nasıl dirildiğini şaşkınlıkla izlemekle kalırsın…
Zaten oynadığın oyunu izlemeyi başardığında… Kendini gerçekleştiren kehanetin kararı verilmiştir çoktan, daireleri iç içe geç’ miş, çizgileri kopuk halkada…
Sen hala tanımadığını ve tanınmadığını sanarsın… Kendini alkışlayan kendi’ liklerine bir bak.
Tüm kayıtların eskiyor kristalini saklayan mağarada.
Hadi, hatırla…
Bazen uykudan uyanmak için düşmek, daha ileri gidebilmek için bir adım geri gidebilmek gerekir.
Bazen daha fazla odaklanman gerekir yanlışlara ve sonuçlara… Çünkü yanlışlar görüyorsan, sonucu hala bilmiyorsun demektir. Nihai sonuç gerçekleştiğinde tek bir yanlış yoktur aslında..
Macera vardır belki, biraz da tadı damağında kalan acı.
Belki biraz beklersin bazen, kalan son parçayı tamamlamak için. Aslında biliyorsun ne yapacağını, tek bir parça kalmış işte… Belki de çizgiye değen son bir adım… Yeni bir başlangıca uzanan.
Hazır değilsen beklersin tabii. Ve hazır olmayacaksın bu yolu neden bitirdiğini anlamayana dek…
Hayal etmek kolaydır ve hayal ettiğini yaşamayı seçmek… Cesaret ister. Bazen avucunun içindekini saklarsın kendinden.
Çünkü iyi biliyorsun, bir kere görürsen gerçeği tümüyle… Görürsen tamamlanmış bir bütünü sadece bir kere bile diri gözlerinle..Geri dönüşü yok, bir yolu da yok bildiğini ve gördüğünü unutmanın. Bazı anlar tüm hayatlarında yankılanır işte, bilirsin. Tüm anıların seni o an’ a hazırlayan senaryolardan başka bir şey değildir. Oysa hepsine ayrı ayrı ne çok anlam yüklemiştin. Hatta sondan bir önceki sahnede ne çok oyalanmıştın, kendi sahnene çok yakınken… Ve kendinden kaçarken şu an’ a… Bundan daha büyük bir şey olamaz diyorsun.. Hayır, burada oluyor her şey, tüm anlar tam burada ve tam şu an.
Ve nihayet saf beyaz ve asil atlarla yaklaştılar buraya. 6’lar akın akın altın enerjisini alanıma bıraktığında…
Fısıldadı en zayıf olan:
“Kullanmayı öğren onu. Daha güçlü bir şey yok çünkü senin hayatında senden başka.”
Bulutlar anlatır şimdi zamansızlığı, sayıların bile olguya dönüştüğü an… Ayak bileklerin sağlam, gözlerin dimdik maviye! Ne istersen söyle… Hak ettin.
Söylemek istediğim tek şey “ Yara izlerim, tılsımım. Anladım.”
Devam etti sözlerine;
Yaratabilecek gücün varsa, ol de olur. Ama hak edene dek, sadece öğren. Bildiklerini unut… Bir şeyi bildikten sonra, ve bilmenin bilginin kendisi olmak dışında tek anlamının ego olduğu bir dünyada bildiğini hatırlamak ne işe yarar? Biliyorsan ol’ ursun. Bilmiyorsan yapmak zorundasın. Çünkü sen kendini öğrenmeden, sen olamazsın. Bildiklerine dönüşebilmek için bilincinin kuytu bir köşesinde unutmak ve sonra da onu yaşamak zorundasın.
Ve diğer halkalar da birkaç cümle bıraktı masaya:
Cesaretin kalmazsa kendine, ölümü başka bedenlerde ararsın; arama.
İnandığın ne varsa; bileklerinde yemin, akıyor can’ ına. Tüm katmanları yutmuş bakışlarının derinlikten korkmayan öyküsünü hatırla. Dağların bileklerinde yankılananı, ve dünyanın kemiklerinin kırıldığı anı hatırla yaşlılıktan. Bir gün gözlerindeki eski rengi tadacak onlar ama, senin eskin onlar için yenidir aslında.
Sakın unutma, ne zaman bir kaosun gürültüsünü nefes gibi duysan teninde, o büyük bir müjde insanlığa. Çünkü tüm yeni oluşumlar yıkım gerektirir. Değişimi, geceleri sokak aralarında yıldız arayan çocuklar gibi arama.
Suları titreten faylar gibidir devrim…
Ve biraz da senin gibi…
Bir rüyanın geçimsiz zamanından, derini sıyıran yangın…
Gökyüzünü kanatan elektrik mavi gibi!
Dışarından öyle keskin ve soğuktur ki devrim ;içinde sır gibi sakladığı ateş ısıtır.
Gecemin ciğerlerinde, sevginin buzlarına sinen nefesini.
Şimdi soluklan, ve odaklan gözlerime.
Kim bakıyor gözlerimin içinden ben’ den başka?
Hiç kimse…
Nefesin kesilir son basamakta, tüm salonu ve sahneyi gördüğün an’ da.