Hem kamera önünde hem de sahnede profesyonel bir oyuncu olan, şu anda da çok değerli projelerde yer alan Onur Özaydın’la keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Dizi sektöründe çok konuşulan “Yargı”da Osman karakterini canlandırırken, tiyatroda ise Haluk Bilginer’le “Kral Lear”, ayrıca “Sıfır Telaş” ve “Üçü Bir Arada” oyunlarını sahneliyor.
Kendinin müzik sektöründe de yetenekli olduğunu not düşmeliyim. Hem söz hem de müziğin Onur Özaydın’a ait olduğu “Naz Faslı” “Sen Çal Kapımı” dizisinde de bizimle buluşmuştu. Dinlemeniz için linki aşağı bırakıyorum.
Keyifli okumalar ve dinlemeler…
– Onur bey, merhaba. Daha önce ressamlarla ve bir müzisyen ile söyleşi gerçekleştirme fırsatı bulmuştum. Bir oyuncuyla ilk söyleşimi gerçekleştiriyorum şu an. Ben oyunculuğu sanatın diğer alanlarından çok daha farklı bir yerde görürüm. Tamamen hayatın ve toplumun içindedir. Diğer sanat dallarında sanatçı ve toplum hatta sanatçı ve hayat arasında kopukluk olabilse de bir oyuncunun toplumdan veya yaşamdan kopuk olması imkansızdır. Sizin oyunculukla ilgili fikirleriniz neler? Müzik de yapan biri olarak oyunculuğu diğer sanat dallarından farklı yönlerini ve ana dal olarak seçmenizin sebeplerini öğrenebilir miyiz?
Onur Özaydın: Merhaba… Dediğiniz gibi, bir oyuncunun çevresine karşı olan algısının her zaman belirli bir açıklıkta olması ve yaşadığı coğrafyanın kültüründen, etrafında olan bitenden kendini soyutlamadan bu gözlem sayesinde vardığı çıkarımlar ya da içsel deneyimleri sanatını icra ederken kullanması gibi bir durum söz konusu. Müziği düşündüğümüzde, elinde enstrüman dahi olmadan kimseciklerin duymadığı bir dağ evinde şarkını mırıldanabilirsin ya da sokakta yalnız yürürken ıslıkla bir melodi tutturabilirsin. Oyunculukta bunu yaparsan deli derler. Sokakta yürürken ezber geçmeye başladığında, dışarıdan “kendi kendine konuşan biri” olarak algılanırsın:) Başka birinin varlığına hep ihtiyaç vardır oyunculukta. En az bir kişinin “izleyen” rolünü üstlenmesi gerekir.
– Bugüne dek birçok popüler dizide rol aldınız. Şu anda da çok izlenen bir projedesiniz. “Yargı”nın diğer dizilerden farkı, içi boş bir proje değil. “Bir kadın cinayeti” üzerinden işleyen senaryo toplumda değişmesi ve adaleti inşa etmemiz gereken noktalara gerçekten çok iyi göndermeler ve vurgular yapıyor. ”Yargı”nın topluma farkındalık kazandırmak ve adaletle ilgili eleştilerini ifade etmek gibi bir amacı olduğu ortada. Siz okuyuculara “Yargı”nın vermek istediği mesajlarla ilgili ne söylemek istersiniz?
O.Ö.: Yargı, içinde olmaktan dolayı büyük gurur duyduğum bir proje. Ekran başında izlesem, “Keşke ben de oynasaydım bu dizide” diyeceğime eminim. Adaletin herkese göre farklı algılandığı bir ortamda, iyinin ve dürüstlüğün, açıkçası “olması gerekenin”, insanın sevdikleri topun ağzına geldiğinde nasıl da boyut değiştirebildiğini anlatıyor. Bunu yaparken de sürekli olarak seyirciyi bu oyuna davet edip kendine sorular sormasını sağlıyor. Merak duygusunu da hiç bırakmaması, dizinin en sevdiğim tarafı diyebilirim.
– Dizide sizi “Osman” karakteriyle tanıdık. Bazı hataları olan bir adam, zor bir rol gibi görünüyor. Sizin “Osman” karakterini canlandırırken hissettikleriniz ve Onur Özaydın olarak “Osman” karakterine söylemek istediğiniz şeyler neler?
O.Ö.: Osman, tırnak içinde tabi ki kötü bir karakter olarak görülüyor ama çok sevdiğim hocam Tilbe Saran derdi ki “Bir rolü sevmeden oynayamazsınız.” Dolayısıyla Osman’ı canlandırırken yaptığı her şeyin arkasında haklı bir sebep bulmaya çalışarak onun duygusunu sahiplenmeye çalışıyorum. Onur, Osman’a tabi ki hak vermiyor ama Osman’ı oynamaya başladığımda her soruya bir cevabımın olması gerekiyor. Ona, Onur olarak söyleyeceğim tek şey “Ne istediğine karar ver, ona göre davran.” olabilir.
– “Yargı”da kamera arkasında neler oluyor? Ortam sakin mi eğlenceli mi yoksa çok disiplinli mi? Ne kadar vakit geçiriyorsunuz, yorucu mu? Seti merak ediyorum. Çok başarılı bir oyuncu kadrosu var.
O.Ö.: Yargı, yapımcısından çaycısına inanılmaz uyumlu ve keyifli bir ekibe sahip. Çok şanslıyız.
– Dizi oyunculuğuyla birlikte tiyatro da yaşamınızın bir parçası. Aslında “Oyun Atölyesi” bünyesinde tiyatroya devam etmeniz oyunculuğa gerçekten gönül verdiğinizi gösteriyor… Tiyatro, oyunculuğun show kısmından çok daha canlı ve gerçek bir ortam. Tiyatronun sizin için değeri nedir? “Sıfır Telaş” ı özellike konuşalım isterim çünkü aynı zamanda yazarı olduğunuz ilk oyun araştırdığım kadarıyla.
O.Ö.: Tiyatroya profesyonel olarak 2003 yılında başladım. Neredeyse 20 yıldır sahneye çıkıyorum. Sahneden aldığım hazzı hiçbir şeye değişmem. Oyun Atölyesi çatısı altında olmak ayrı, en büyük hayalim olan Haluk Bilginer ile “Kral Lear’”da karşılıklı oynama deneyimini yaşamak ayrı bir mutluluk benim için. Sadece sahnede değil, kuliste de çok şey öğreniyorum ondan. Oyunculuğa bakışı, mesleki âdâbı, disiplini, her şeyiyle bir usta. Bir yandan da Cem Davran gibi bir usta ve Celil Nalçakan ile “Üçü Bir Arada” adlı oyunda oynuyorum. O da müthiş bir duygu. İkisiyle aynı sahneyi paylaşmak o kadar güzel ki.
Sıfır Telaş kalbimde bambaşka bir yerde tabii ki. Hem yazdığım ilk oyun olması, hem de bir buçuk saat boyunca sahnede tek olmam, seyircinin yarattığım dünyaya dahil olduğunu görebilmenin keyfi çok iyi hissettiriyor.
– Hem kamera önü hem de sahne oyuncusu olarak oyuncu adaylarına söylemek istediğiniz bir şey var mı?
O.Ö.: Oyunculuğu hayatlarının ortasına koymak isteyen arkadaşalara naçizane söyleyebileceğim tek şey, bol bol oyun okuyup tiyatroya gitmeleri. Kurs, eğitim vs zamanla hepsi olur elbet ama ilk etapta kalplerini ve zihinlerini başka insanların hikayeleriyle doldursunlar. Çünkü biz hep başkalarının hikayesinde var oluyoruz. Bunu gerçekten sevip sevmediklerini bilmeleri çok önemli.
– Benim sorularım bu kadardı. Gerçekten oyunculuğunuzu, özellikle de tiyatroyla da iç içe olmanızı tebrik etmek isterim. Tiyatronun hep canlı kalmasını ve sanatın değerini bilen insanların yuvası olmasını diliyorum. Bu söyleşi için vakit ayırdığınz için çok teşekkür ederim. Sizi ekranda ve sahnede göreceğimiz daha nice projelere…
O.Ö.: Çok teşekkür ederim.
Adelina Gençoğlu