Aynı hayaletten, farklı diller konuşuyoruz onunla. Odama girdiği anda “Hadi, tüm zamanlaşmış düşünceleri yakalım.” diye sevinçle bağırdım. Ama gezinen hayaletine dokunduğumda, ellerime sinen kokusundaki isleri soludum. Ben hayalet oldum, o beden. Boynumdaki kırılganlık karıncalandı, bir resim çizdim duvarıma. Gülümseyen bir kadın ama gözleri ters dönük. Alnında bir işaret, dairenin içinde tek bir çizgi. Hesapla, hesaplayabilirsen aslında kaç yıldır bu duvarda, sen yeni çizdim sansan da. Meridyenlerime kadar uyuştum o an, görmüyordu artık beni kendi hayaletim, inceldikçe inceldi tenim. Tekrar yükseldi sesim, odamın içinde yankılandı. “Selam, ben karanlıktaki saydam vücut. Kemiklerimi uzay boşluğuna yığdılar biraz önce. Odamın ışığını da kırdım, artık tavanımda dumandan cesetler sarkıyor. Mat beyaz gözlerindeki ışık, kırıla kırıla birbirine zincir gibi dolaşmış…” Ne söylediğimi bilmeden sadece bağırıyordum. Sözlerimden dökülen her şeyi yaşıyordum.
Bir anda kulağımda sallanan bir uğultuyla tüm şehir patladı sanki. Duvarlar birbirini sarsıyor olsa sevinirdim ama bu kez tüm binalar ters dönmüştü gözlerimin önünde. Gerçek gibiydi, benim gerçeğim. Duvarlar yerinde durmuyor, hiçbir madde sabit kalmıyordu artık. Her şey bir boşluk gibi dönerek gezinmeye başlamıştı. Canlanan maddeler, eski insanlardan daha canlı duruyordu. Pencereyi açtım ve ters dönen evimden ters dönmüş dünyalara seslendim yine.
Selam, korkunun güven olduğuna inanan insanlar,
Selam, dehşet yaratırken cenneti bulan insanlar,
Selam, bağımlılar ve bağımsızlar.
Ben saydamlaşan bir beden oldum, dünya boşluğunda
Kendimi iplerden bıraktım, geriye kıvrılan belimden yere aktı saçlarım
Kimse görmedi, hayaletim tuttu ellerimden
“Hadi, içindeki çığlığın fısıltısını takip et.”
Oyuncaklar uyandı, ben uyanmadım.
Duvarlar kırıldı, ben görmedim
Çünkü kırılan parçalarla kendimi çizmekle meşguldüm.
Siyah kadar beyazdım.
Ölüm kadar yaşadım.
Savaştığım kadar barıştım.
Kayıptım, kazandığım kadar.
Direniştim, teslimiyetim kadar.
Selam, ben kendini denizden soluklarla kendi dalgasında boğulan kadın.
Kendini hiçe saymadan, nasıl var olunur bilmiyorum?
Birilerini kaybetmeden, nasıl biz olunur bilmiyorum.
Gerçeğin merhametsiz kıyısında, kozmik bir rüyadan nasıl bir mahkeme kazanılır?
Bilmiyorum.
Tek bildiğim, bu benim yazım değildi.
Ne ara üstüme aldım?
Üstümde seyirciler, kalpleri benden önce duracak.
Habersiz telaş, hayali deliler.
Kağıt üzerinde, resmileşen deliller.
Her ayrılık, biraz yalandır aslında.
Ve her yalan, içindeki en gerçek doğrudur
Unutma.
Sözlerim bittiğinde yine ben beden oldum, o hayalet. Aklı başında varlığı susturdu beni.
Aslında sana bir şey söyleyeyim mi? Güvendiğin tek şey korkuların aslında. Bu yüzden korkulara teslim olup esir düşüyorsun. Kendine güvensen, böyle mi olurdu? Korku sen değilsin. Uyan! Farkında bile olmayan bir korku bağımlısısın sen. Korku, bir kez zihnini ele geçirdiğinde artık başka bir acı kalmaz. Hissedebildiğin tek şey korku olmuştur ve ruhunu acıtan geriye kalan her şey artık uyuşmuştur. Yalnızlık, terk edilmişlik, değersizlik… Her ne varsa içinde korkuyla uyuşturulmuştur. İşte bunu seviyorsun, değersizliğinden korkularına kaçıyorsun sen. Delirircesine konuşuyorsun. Saatlerce susmak bilmiyor ve iç sesinden kaçıyorsun. Boğazın çatlayana dek saçmalıyorsun. Gerçekten söylemek istediklerinden kaçıyorsun. Sen hazır mısın susmaya? Susmak istiyor ama susmak için bahaneler yaratıyorsun. Öyleyse sen neye hazırsın? Daha fazla uyuşmaya mı? Ben buradayım, gerçekten kendinle konuşmak istersen ve içini dökmek istersen buradayım. Ama saçmalamaya devam edeceksen, seni dinleyerek vakit geçirmeyeceğim. Yapacak işlerim, özellikle de yaratacak yeni bir dünyam var.” dedi hayalet ve odamdan çıktı.
Adelina Gençoğlu