Gazeteci – sanat yazarı Hatice Utkan Özden’in son on yılda sanatçıların yaratım süreçlerine dair gerçekleştirdiği röportajlar ve sergi değerlendirme yazılarından oluşan “Çağdaş Sanat ve Yaratıcılık” adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Morena Yayınları tarafından yayımlandı.
Kitapta, 2010-2020 yılları arasında İstanbul’da düzenlenen sergilerde yer alan Şükran Moral, Halil Altındere, Elif Uras, Ferhat Özgür, :mental Klinik, Julian Rosefeldt, Huo RF, Daniel Firman, Pablo Genoves, Arik Levy, Mehmet Güleryüz, Nil Yalter, Axel Hütte, Berlinde de Bruyckere, Taryn Simon, Viron Vert, Kutluğ Ataman, Taner Ceylan, Hamra Abbas, Tayfun Serttaş, Orhan Cem Çetin, Sophie Calle, Sarah Morris, Ali Kazma, Bill Viola, Aydan Murtezaoğlu, Bülent Şangar, Fahrelnissa Zeid, Ai Weiwei, Füsun Onur, Hüseyin Çağlayan, Peter Kogler, Anton Henning ve Thomas Ruff’un eserlerine ve üretim aşamalarına dair kapsamlı bilgiler ve derinlikli değerlendirme yazıları yer almakta.
Hatice Utkan Özden, “Çağdaş Sanat ve Yaratıcılık” kitabıyla, ülkemizde çağdaş sanatın son yılını mercek altına alıyor.
Gazeteci-Sanat Yazarı Hatice Utkan Özden ile, sanatta yaratıcılık odağında gerçekleştirdiği röportajlar ve ülkemizde son on yıldır meydana gelen sergilere dair yazdığı yazılardan oluşan bir tür çağdaş sanatın güncel tarihi diyebileceğimiz kitabı ”Çağdaş Sanat ve Yaratıcılık“ üstüne konuştuk.
– Uzun zamandır güncel sanata dair röportajlar, sanat yazıları kaleme alıyorsun. Dilersen klasik soruyla başlayalım, kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
Hatice Utkan Özden: Bu yazılardan bir kitap oluşturmak aslında ilk sanatçı Huo Rf’nin fikriydi. Ben de kitapla ilgili düşünmeye başladığımda iki konu üzerinden sınıflandırma yapmaya çalıştım. Birincisi, 2010-2020 yılları arasındaki sergilerdi, ikincisi ise sanatçılarla konuştuğum konulara istinaden ayrımdı. Bunu da yaratıcılık olarak seçtim. Çünkü, sanatçılarla yaptığım röportajlarda genellikle yaratıcılık üzerine konuştuğumun farkına vardım. Bu da ikinci sınıflandırmayı yaratmamı sağladı.
Burada asıl amaçladığım bu üretim süreçlerinin ziyaretçiye ne kadar ulaşabildiği ve eserin anlaşılmasında nasıl bir kapı açtığı… Tüm sanatçılarla yaratıcılık süreçlerini odak alan röportajlar yapmıştım. Bu konu üzerine konuşmadığım sanatçı röportajlarını ya da sergi yazılarını dışarıda bıraktım. Daha sonra, Huo RF ile tüm röportaj yaptığım sanatçıları bir araya getirdik. Çok fazla röportaj vardı. Bu yazıların hepsi İngilizceydi, hepsini Türkçe’ye çevirdim. Üst üste birçok edit ve yeniden yazmanın ardından kitap ortaya çıktı.
– “Çağdaş Sanatta Yaratıcılık”, günümüz sanatına yön veren sanatçılarla, onların yaratım süreçlerine odaklanan söyleşiler ve son on yılda ülkemizde gerçekleşen önemli sergilere dair yazıların yer aldığı iki bölümden oluşuyor. Güncel hali Türkçe – İngilizce yazılmış global ölçekte yazılar bunlar aynı zamanda. Buradan hareketle güncel sanatın bugünkü durumunu nasıl yorumluyorsunuz?
H.U.Ö.: Bugün güncel sanatın bir tür geçiş döneminde olduğunu düşünüyorum. Hepimiz birlikte yaşıyoruz bu dönemi… Neler olacak zaman gösterecek. Ortaya çıkan yeni üretim tarzları, dijital alandaki yenilikler sadece dijitale yönelik eser üretimi, NFT hepsi bu geçişin bir parçası. Geriye ne kalacak zaman gösterecek. Ama güncel sanatla ilgili bir konu kesin kalıcı ve uzun bir zaman bu konu üzerine konuşup yazacağız: Sürdürülebilirlik… Sürdürülebilirlik ve sanat konusu, öncelikle iklim değişimi, çevresel faktörler gibi konuları ele aldığı için daha önemli hale gelecek. Bu konuda sanatçılar üretim süreçlerini de değiştirecekler. Daha çevreye duyarlı ve yeni bir sanat üretimi her şeyin yerini alabilir. Bu arada tasarım da büyük ölçüde güncel sanatın içine girecek ve daha çok ikili, sanatçı grubuyla üretilen sanat projelerine tanık olacağız.
– Sanat, izleyici için yaşadığımız dünyaya alan açıyor kuşkusuz, sanatçının yaratım sürecine dahil oluyor. Son yıllarda açılan sergiler yoğun ilgiyle karşılaşıyor. Sanat yapıtı ve izleyici arasındaki ilişkide değişim gözlemliyor musun?
H.U.Ö.: Sanatçı ve eser arasındaki ilişki ve bu ilişkinin nasıl evrildiği çok önem verdiğim bir konu. Yaratıcılık süreçlerinin de bu ilişki üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum. Bir yapıtı ya da sanatçıyı anlamak istiyorsak mutlaka yaratıcılık süreçlerine bakmalıyız. Yaratıcılık süreçleri bir tür alan yaratıyor. O alanda her sanatçı yeniden ve tekrardan kendisini keşfediyor. Ayrıca, hayatta kalmak ve hayatı daha anlamlı kılmak adına önemli bir alan bu… Bu durum izleyici ve yapıt ilişkisine nasıl yansıyor? Bunun düşünce tarihi bağlamında da düşünmek ve ifade etmek mümkün. Baruch Spinoza’nın conatus kavramı örneğin… Spinoza doğada iki nesnenin karşılaştığı anda bir tür var olma çabası içine girdiğini söyler. Her iki şey de kendisini geliştirmek ve var etmek için çaba sarf eder. Bu kavram çok farklı alanlarda düşünülmüştür ama bence çağdaş sanat ve izleyici ilişkisi açısından da mükemmeldir. Eserle karşılana izleyici o an değişmeye ve farklılaşmaya ve varlığını farklı şekilde ifade etmeye başlar. Artık farklı bir farkındalık alanından bakar dünyaya… Yeni bir sorgulama alanına girer ve böylece farkındalığı artar.
– Sanat yapıtının ortaya çıkışında yeteneğin ötesinde disiplin, ilham, çok çalışma etkili. Kitapta röportaj yaptığın sanatçılardan biri de Pablo Genoves… Zaman kavramının bu kadar eğilip büküldüğü bir dönemde dünyanın ölümünden, kültürel ölümden söz ediyor. Sanat yapıtının ölümsüzlüğünü de düşünürsek Genoves’in bu fikri hakkında sen ne düşünüyorsun?
H.U.Ö.: Genoves sanatın bir iletişim alanı olduğunu ve izleyicinin bu iletişime mutlaka katılması gerektiğini düşünen bir sanatçı. Diğer yandan, çalıştığı konular da oldukça karmaşık. Su, kıtlık, iklim değişimi gibi çevresel konular üzerinde duruyor. Onun için tüm bunların da kültürle bağlantısı var. Açıkçası, sanat yapıtının ölümsüzlüğüne inandığını sanmıyorum. Onun için sanat eseri de geçici olabilen ama anlaşılması gereken bir şey ve kesinlikle çok yüceltilecek bir şey değil. Aksine, herkese ulaşması gereken bir şey. Genoves’in fikirleri beni etkilemişti ama bence o bir sanatçı olarak bunlardan ilham alıyor. Kısacası, yıkım ve yok oluş onu etkileyen olgular.
– Mehmet Güleryüz, her sanat yapıtının, her resmin bir dili olduğunu belirtiyor. Sanat yazarı olarak, bir resimde, bir sergide senin dikkatini neler çekiyor?
H.U.Ö.: Benim en çok ilgimi ve dikkatimi çeken şey, yapıtın izleyiciyle nasıl iletişim kurduğu. Herkes anlaşılmak için üretir bence… Yaratıcılık içinde hem kendi içimizde bir keşif, hem de anlaşılmak ve kendimizi ifade etmek için üretim vardır. Bir eseri öncelikle bu açıdan değerlendiririm. Karşısındaki ziyaretçiyle nasıl iletişime geçtiğini keşfederim. Teknik açıdan, renkler, figür, yapı, üslup elbette önemlidir ama bunlar ilk gördüğümüz şeylerdir. Asıl keşif ve dikkatimizi çeken şeyler ondan sonra gelir.
– Müzecilik alanında eğitim alan bir sanat yazarı olarak müzelerin günümüzdeki değişimini nasıl gözlemliyorsun?
H.U.Ö.: Müzeler uzun süredir değişiyordu… Bu önlenemez bir olgu müzecilik açısından. Bir müze kendini daha iyi nasıl ifade eder sorusu herkesi ilgilendiriyor çünkü müzelerin işlevleri de değişti ve değişiyor. Bir müzenin ziyaretçisine ve topluma nasıl yaklaştığı ve nasıl iletişime geçtiği çok önemli bir hale geldi. Hatta, pandemiyle belki de eskisinden de önemli. Çünkü müzelerde bu yaklaşım sadece fiziksel alanlarda olmaktan çıkarak çevrimiçi alanda da çok önemli olmaya başladı. Burada, 2019 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Prof Fethiye Erbay’ın tez danışmanlığında yazdığım tezimin konusundan bahsetmek isterim. Tezimde müzelerin online olarak varlıklarını sergiler üzerinden incelemiştim. Çok çarpıcı sonuçlar elde etmiştim. Şu an bu tez gerçekten de anlamlandı çünkü müzeler çevrimiçi alanda daha etkin olmak zorundalar. Bu durum kurumları daha çok gelişmesini sağlayacak diye düşünüyorum.
– Sanatçılar yaratım süreçlerinin ne kadarına izleyiciyi ortak eder, gizlemek isteyen sanatçılar da olmuştur mutlaka…
H.U.Ö.: Vardır elbette… Ama benim burada peşinde olduğum konu aslında yaratıcılık alanlarını nasıl besledikleri ve o alanı nasıl destekledikleri. Çünkü bu alan hepimizin yaşantısında var. Örneğin sen film ve kitapla besleniyor olabilirsin, bir başkası yazı yazar, bir başkası yürüyüş vs… Murakami’nin romanlarını yazarken her gün 10 km koştuğunu ve romandan başka hiçbir şeyle ilgilenmeden özel bir program içinde kendisini romanla ‘büyülediğini’ anlattığı bir röportajını okumuştum. Çok etkileyici bulmuştum…
– İstanbul tarih boyunca sanatçılar için ilham kaynağı olagelmiş merkezlerden… Günümüzde de pek çok sanatçı buradan besleniyor, sergiler açıyor. Kitapta da yer verdiğin sanatçılar odağında bu etkileşimden söz eder misin?
H.U.Ö.: Kitaptaki tüm sergiler İstanbul sergileri… Bu çok önemli. Bu kitapta iki ana konum var, 2010-2020 arası İstanbul sergileri ve yaratıcılık yazıları ve röportajları ve hepsi de İstanbul ekseninde. Güncel sanat sergileri bağlamında, İstanbul’da neler gördük ve neler tecrübe ettik sorusu üzerinden ilerliyorum. Bu nedenle İstanbul’un da sanat açısından çok güçlü bir şehir olduğunu düşünüyorum.
– Kitapta yer alan isimler, hangi özellikleriyle seni etkiledi?
H.U.Ö.: Sanatçılar beni her zaman yaratıcılık hikâyeleriyle etkiler. örneğin, Nil Yalter’in eserlerini yaratmadan ya da sergi hazırlığı sırasında okuduğu eserler ve kendini kitaplarla beslemesinden çok etkilenmiştim. Taner Ceylan’ın kendisini resim yaparken, resimden büyülenmişcesine sadece onunla birlikte olması bana çok ilham vermişti.
Yazar | Hatice Utkan Özden |
Yayınevi | Morena Yayınevi |
Yayın Tarihi | Mart 2021 |
Türü | Sanat |
Sayfa Sayısı | 128 |